Salı, Şubat 26, 2013

Sevmek Zamanı / Time to Love (Film) – 1965


Oğuz Atay - Beşinci Şarkı


Tutunamayanların destanıdır bu şarkı
Dostum Süleyman Kargı.
Eller boşta kalıyor, tutunamıyorlar toprağa
Anlatamıyorlar anlatılamayanı.
Anlatmak gerek: Düşman sarmış heryanı
Oysa, mesela Selim Işık
Anlatmadan anlaşılmaya aşık.
Böyle adama
(Darılma ama)
Yaklaşmaz hiçbir güzellik,
Doğduğu günden bu yana kalbinde bir delik,
Almak için bütün sızıları içine.
Her zaman utanmıştır başkalrı yerine.
Elim varmıyor yazmaya, inmeyelim derine.
Taş devri, Sabri devri, Nihat devri, Tunç devri
Aşık oldu -söyleyemez- utanç devri.
Hep utandı hayatı boyunca,
(Annesi yıkamak için soyunca)
Sınıfta birinci olduğu gün, eve geç kaldım, diye üzüldü.
Canı sıklıdı güldü, kalbi incindi güldü.
Allahı ya da ona engel olan gizli kuvvetleri
Hiçbir zaman kızdırmak istemedi.
Küçük pazarlıklar yaptığı,
Camide korkarak taptığı
Zamanlarda sürdürdü bu uzlaşımcı varlığı.
Annesinin yün fanilasına taktıgı nazarlığı
Çıkaramadı yıllar boyunca. İlk defa domuz eti yerken
Arkadaşlarını ısrarlarıyla geneleve giderken,
Hep ONUNLA (O kimdi?) bozmamaya çalıştı arayı,
İki gün oruç bile tuttu bir Ramazan ayı.
(Sapı silik ve tutuk bir tabancaydı.)
Bir gün ölürse, ona vatan bir mezarlık yer verecek.
Oturdu bir destan yazdı; kendini yerecek.
Sazını ve cesaretini aldı eline (bütün cesareti,
Daha kötü bir şeyler olması korkusundadır).
Canını dişine takarak,
Yazılmış eski destanlara bakarak,
Sözü uzattı durdu.
İşte şöyle buyurdu:
Numanoğlu Selim derler adımız
Gürültüye geldi her feryadımız
Nedense tamamdır itikadımız
Dikilen her kumaş bol gelir bize

Çocukken güneşin tadını bilmedik
Büyüdük kadının tadını bilmedik
Bizi anlayacak kadın bilmedik
Sevgisiz bir hayat çöl gelir bize

Bize öğretilen her söze kandık
'Yasaktır' 'Memnudur' dendi, inandık
Hep 'Girilmez' levhasına aldandık
Bu tutulan, yanlış yol gelir bize

Benim cefalı yarim kafamdır
Divanda düşünmek bütün safamdır
Mülkiyet benimçün büyük evhamdır
Senin olanları nideyim gayrı

Dostun vefalısı bütün isteğim
Kız peşinde olan dostu nideyim
Her an yaşamalıyım kendi gerçeğim
Kendi içimdeki indeyim gayrı

Dostlar dedi: bu can bizden değildir
Düşman kırdı, oysa buzdan değildir
Çare yok dünyadan gideyim gayrı

Bana ilham getirdin
(Hem de yaktın bitirdin)
Ey! Elesius dağlarından esen rüzgar
Kıssamız burada biter
Bu kadar.



Tutunamayanlar

Oğuz Atay - Dördüncü Şarkı


Baharın son günleri; kömürlükler arasında
Çamaşır ipleriyle kesilen
Üç ağaclı bahçemizin yanındaki papatyalı arsaya bitişik
Sert kaldırımlı ve yokuşu dik
Yolda, ayakkabılarımın burnunu
Çarpmamaya çalışarak sekiyorum.(Becermek mümkün değil bunu.)
Bir satıcı eşeğinin küfeleriyle sığmadıgı dar
Boğazı aşıyorum
Ve servi ağaçlarıyal kasvet
Ve daha birtakım ağır duygular veren
Küçük meydana ulaşıyorum.
Burada duvarı yıkık
Bir mezarlık ve içinde bir türbe,
(Yıllar sonra gördügüm Karacaahmet Mezarlık Bankasının -tövbe de-
Yanında küçük bir hesap sayılırdı.)
Türbenin parmaklıklarına düğümlenmiş çaputları.
Sudan çıkarılmış bir ölünün parmaklarına takılı
Yosunlar gibi görürdüm. Ve duvarın önündeki kara çalı,
Bana ölümün taştanlığını anlatan bir hocaydı kara sakallı.
Çarpık mezar taşları arasında,
Ölülerin besledigi çimenlerin ortasında
Türbedeki taş tabutlar kadar
Kayıtsızsca uzanmış çocuklar.
(Korkuları yaşları kadar)

Oysa,
Saffet Ağabeylerdeki ortanca hizmetçi Güldüm Abla,
Anlatırken ne biçimde gidilir cehenneme
Ve bakarken namaz kılan anneme
Bir eksiklik duyardım ölümün icaplarına dair
İçimde. Şair
Ve mimar Cemil Uluer, buruşuk derisi ve dişsiz ağzıyla
Gülsüm Abla daher akşam vaazıyla
Korkuturdı beni. Hayattayken sağ elle burun silmenin
ve öldükten sonra kıyamette,
(Cehennemde veya cennette)
Her kılında bir mızıka bulunan Deccal'in eşeğini bilmenin
Günah olduğunu öğremiştim.
Zavallı Selim, zavallı Selim,:
Kendi kendimi yerdim
Ne yapmalı, ne yapmalı, diye
Oysa küçük hizmetçileri Hediye.
Boş verip bütün cezalara,
Hazreti Yusuf'un kuyuya çektigi ezalara,
Adem'in buğday ağacından memnu meyveyi
Yemesine -yoksa elma ağacı mıydı?-
Kıyamet günü yanlışlıkla çevirince başını
Mızıkalıı eşeğin sesine, nasıl yanılacagına, kaşını
Fazla almanın da ayrıca günah olduğuna,
Sağ ellle temizlenen bütün pisliklerin cehennemde
Boğazına dolduğuna
Yüzünü çok yıkayan kadının
Bu nedenle alnının yazısını okuyan kadının
Başına gelenlere
Aldırmazdı. Şu karşıki apartmandaki Helen'lere
Kaçarak dudaklarını boyardı.
Benimse çok daha ciddi niyetlerim vardı.

Türbenin hemen yanında, gene dar bir sokakta,
Kerpiç bir evde, fakir arkadaşım Sabri'yle, sıcakta,
Ter ve yıkanmış kilim kokan odasında konuşuyoruz.
Pencereden giren güneş sefaleti keskinleştiriyor.Temmuz
Ayının bitkinliği ve ölüm korkusu
Kelimeleri ağırlaştırırken, terimi siliyorum
Dinsel bir korkuyla. Daha. 'Eüzü minşşeytanıracim'i bilmiyorum
Başlamak için duaya. Sabri bir din adamının yavaş
Hareketlerini taklit ediyor. Bende saygılı bir telaş,
Namaz surelerini ezberlemekle geçiriyoruz
Bizi ölüme yaklaştıran zamanı. Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz.

Ankara'nın bütün küçük kubbeli camilerini
Ve kararmış kiremitli mescitlerini dolaştık.'İnna ateyni
Kelkevser, Fesalli lirabbike ... hüvel ebter.'
Körpe dizlerde derman biter
Yatsı namazında, yanlış mırıldanılan kelimeler sırasında
Palabıyıklı, sakallı ve yırtık çoraplı cemaat arasında
Dini bütün iki Türk çocuğu yatar kalkar.
Sürekli (kendine amansız.) İlahiler, dualar...
Allahım peşinde
Yirmi bin fersah. Temmuz güneşinde, ağustos güneşinde,
Kirli şadırvanların çamurlu taşlarına
Uzatırlar ayaklarını yalnız başlarına.
Tozlu ayakları çamurlaştıran sular,
Avuç içinden bileklere, dirseklere kayar.
Hangi elimle yıkayacaktım hangi kulagımı?
Ne tarafa dönecektim "Selamlasana sağını!"
Pabuçları çalarlar mı dersin Sabri?
Duydun mu gazetedeki haberi
Pabuç hırsızlarına dair ?
"Haydi Selim, herkesle brlikte çevir
Sola başını." Neden Sabri bu ilahiyi öğretmedi bana?
Hiö olmazsa biraz dudaklarını oynatsana!
Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu.
Öğle namazında güneş yakar Allah deyu deyu.
Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana,
Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.
Burası Allah yapısı, açılsın cennet kapısı,
Bu imtihansa hepisi çakar Allah deyu deyu.
Bu kervanda herkes yaya, rastlanmaz beye, ağaya,
İnsan aklını duaya, takar Allah deyu deyu.
Dualar bağlı toprağa, düşünce saplı batağa,
Gene camiden çıkar sokağa Allah deyu deyu.

Selim Işık yaz dindarı, yetti ona bu kadarı
Cemaat kışın ne yapar, bilmez artık o kadarı
Hacı Bayram Camisi'nin çevresindeki küçük evlerden birinde.
Yeni bir rüzgar esti (Olumsuzluk rüzgarı). Yokluk Tanrısını emrinde.
Yeni bir savaşa katıldı bütün kavgaların yedek neferi Selim
(Ben neyim, ne değilim?)

Herkes mutlu ve sorumsuz
Herkes olumlu, ben olumsuz.
Yaşıtlarım artık uzun pantolon giymenin
bağımsızlıgını yaşarken
Okulun paydos ziliyle hemen sokaga taşarken
Yıkıcı fikirleriyle aklımın ince örgüsünü karıştıran
Otuz üç yaşında benimle söz yarıştıran
Nihat Ağabeyin yanında işim neydi?
Gene böyle yıldızlı ve ılık bir geceydi
Kardeşim Süleyman; "Hiç, ama hiçbirşey yapmadık," derken
Karşımda, bardak bardak koyu çay ve paket paket ucuz sigara içerken
Çırpınıyordum: Dumlupınar, Sakarya
İstanbul'un fethi, Kosova
Birden başını kaldırıp gülümseyiverdi
Kara bıyıklarının arasından ışıyan beyaz dişleri
Bütün inançlarımı eritti.
Anlıyorsun, bilinç, inanç, bugünün sözcükleri
O, şuur ve tahripten bahsederdi.
Bunca Türk büyüğünün -bir kitaba göre elli kadardı-
Kazandığı bütün savaşları kaybettim orada,
(Ahşap evin beyaz perdeli odasında)
Ne Mohaç, ne Mercidabık, ne yeni, ne sabık
Zaferlerimiz dayanamadı. Yalnız kromda ve güreşte birinciydik artık.
Eski kahramanlklardan başka
İleri sürecek neyimiz kalmıştı dokuz yüz kırk dokuzda.
Selim Işık yenilmişti, bitmişti.
Neyse tam o sırada , Marşal Amca yetişti.





Tutunamayanlar

Oğuz Atay - Üçüncü Şarkı


Siz de benim gibi,
Günleri
Sevgiyle isteyerek
Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi. Ata'nın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocugu olarak yayan,
Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)
Hergele Meydanı'nda bu sarı ve tozlu alan
İğrendirmediyse sizi,
Bir taşra çocugu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi)
Oysa,
Aynı Hergele Meydanı'nda
Gölgede on beş, güneşte yedi buçuga tıraş eden
Berberleri görmeden
Yalnız renkli yanını yaşadıysanız hayatın
Ve hergele ve beygir olduğunu duymadıysanız atın
Sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kağıdı satmadınızsa,
İçinde aüt ve salebin olmadığı 'donduma kaymak'tan tatmadınızsa
(Aynı Hergele Meydan'ında)
Kazandınız. (Kimse yoktu -çirkinlikten başka- Selim'in yanında)
En bayağı ve en müstehcen
(Fakat fiyatı ehven)
Romanları kiralamak içingecesi beş kuruşa
Samanpazarı'na çıkan yokuşa
Değilde sağa sapın. Etiler'in at oynatmış oldugu Ankara'da
Hamalların gittiği Sümer sinemasıyla aynı sırada,
Pardayan, Pitigrilli ve Fantoma
Ve Hayber Kalesi ve Tahir ile Zühre bir arada
Yığılmış bir tezgahın üzerine. 'Geceleri Okumayınız'
Orhan Çakıroğlu'nun maceralarını.
Selim Işık, dünü bugünü yarını
İşte bu ortam içinde öldürdü.
Eksiklik duygusunun acısıyla güldürdü.
Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların ucuz yaşantısı
Ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı
Ucuz ucuz ucuz ucuzdu.
Dalgın, sinirli, suskun huysuzdu.

Altımızda kalabalık bir aile otururdu.
Masasının üzerinde bir kuru kafa dururdu,
Ortanca oğulları tıp talebesi Saffet'in
(Sırıtan kabustu benim için.)
Ne olur şu kuru kafayı kaldırınız
Beni korkutmaya yok hakkınız
Herkes doktor olamaz ki,
Siz bana iyisi mi
Nazım'dan şiirler okuyun.
Hani şu 'Culus-u Humayun'
Diye sözlerini pek anlamadığım
Fakat mısralarının sesini sevdigim şiir,
Bir de 'Ölüme Dair'
Sonra da Liszt'in İkinci Macar Kampanasını
Ve Puccini'nin Tosca Operasını
(Canım, mandolinle çaldıgım arya)
Çalarsınız gramafonda.

Bir yumuşama gelir yüzüne
Kafatası durur gene
(Fakat bir tülbentle örtülü)
Caruso'nun eski plakta hırıltılı sesi duyulur yalnız
Sonra tıp talebesiyle kurşun asker oynarız.

Cranium fibula radius
Sacrum patella carpus
Nasıl ezberlenir Allahım
Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?
Saffet kulun anatomiden çaktı,
Selim kulunla oynamayı bıraktı.
Alt katta bir kiracı daha: Ecmel Karakaş
Ve garı meşru karısı (yavaş
Söyle duymasınlar). Bana yüz vermiyor bahçede güzel kızı
(Oysa bahçede geçirdim bütün yazı)
Dut ağacına çıkıyor benden kaçarak,
"Sen de arkasından çıksana ahmak!"
Daha daha: pısırık, beceriksiz, korkak.

En üst katta, karrşımızda, Airf Beyin refikası
Laima Hanım ut çalardı (Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?)
İster taşrada ister İstanbul'da olsun
İster burnunuza mangal dumanı dolsun
İster merdiven sahanlıklarınızda
Kalorifer dairesinden gelen linyit kokusu,
Hepsinden daha kuvvetli ve etkilidir dokusu
İçinize işleyen 'alaturka'nın. Küçük yaşta içirilir yavaşça
Derinin altına (çiçek aşısı gibi). Arkadaşça
Sokulur okşayarak,
'Sine-i suzanımı' eder helak
Pek tesiri duyulmasada gündüz
(çünkü o saatlerde ya kahvede vakit öldürürüz,
Ya da paydos zilini bekleriz dairede)
Saat beş oldu mu, bin altı yüz kırk sekiz metrede
Ve bilmem kaç kilosıklda başladı mı yayına Türkiye Postaları,

Yatağında zevkle inletir hastaları
Hemen fasıl heyeti,
Duyulur dört bucagında yurdun. Akşam nöbeti
Tutan sınrdaki erden,
İki kere mars oldu üstüste diye, terden
Pantolonu iskemleye yapışan pişpirik İsmail'e kadar
Herkesin cigerine mikroplu havayla birlikte dolar.

Sırtı hafif kamburlaşmış ve dar göğüslü
Tamburlardan yavaşça yayılır havaya, akşamüstü.
Efendiyi ve uşagı birlikte mesteden
Makamdan makama ve besteden
Besteye geçerekten
"Tek tek ataraktan bade süzerekten"
'Çıkmam Allah etmesin meyhaneden'
Çıkmam korkusuyla alaturkasıyla beni kahreden
İçki Evinden, ölmeden önce.
Bence
Alyuvar, akyuvar, bir de alaturkadan mürekkeptir kanımız'
Dinlerken sıkılsada canımız,
Nasıl birşeydir (acaba güzel midir?)
Kim bilir.

Benim kanıma giren başka bir sanat:
Darülbedayi'de tuluat.
(Taşırım bugüne izlerini.)
Annem, ölü doğurduktan sonra ikizlerini,
Bana gebe kaldıgının yedinci ayında,
Tepebaşı'nda, tiyaronun salaş sarayında
(Darülbedayi'de) Hazım'ın 'Lüküs Hayat' oyunuda,
O kadar gülmüş, o kadar gülmüş ki, sonuda
Korkmuş, birşey olacak diye karnındaki Selim.
Oysa Selim, bildiginiz gibi, elim
Olmak isterken gülünç oldu bu sayede
Büyük bir inhiraf oldu gayede.





Tutunamayanlar

Oğuz Atay - İkinci Şarkı


Orta Asya'daki pembe elipsin içinden
Çıkan kırmızı oklara binerek, Bozkurtlar (kanatlı) Çin'den
Nasıl uçmuşlarsa Tanca'ya kadar,
Ben de (altı yaşımda) dar
Ve yüksek çamurluklu tenezzühle (Ford T modeli) Ankara'ya ulaştım
Sağ salim. 'Yağmur Çayevi'nin önünde dolaştım
Uyuşan bacaklarımı oynatarak Ankara'nın toprağında.
Taşhan,
Bana dünyanın en büyük meydanı gibi geldi.
Gözüne güneş gelmesin diye elini
Siper eden Mehmetçik heykeli ne güzeldi.
Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım Atatürk
Kabartmalı ve yüksek
Bir mermerin üstüne çıkmış atıyla.
(Böylece tanışmış oldum heykel sanatıyla.)
Baba, oradaki kadın sırtında ne taşıyor?
"Bomba." Neden? "Türk yurdu topyekun savaşıyor."
Savaş cephede bitti (yirmi yıl önce).
Oysa, bir türlü bitmez okul kitaplarından ince
Sesimle okudugum
Şiirlerde (Zafer Bayramı münasebetiyle)."Oğlum,
Bu ne Şeker ne de Kurban Bayramı,"
Derken babam haklıydı,
30 Ağustos günü elini öperek ondan
Para istedigim zaman.
(Babama şiir okumayı bile düşünüyordum o sırada.)

Babam şiir sevmezdi. Evimize arada
Gelen Mimar Cemil Uluer yalnız şiir yazardı.
(Babam bu adama nedense kızardı.)
"Bir kere, mimar değil bu herif.."
Diye başladı mı, hafif
Üzülürdü annem. "Canım Numan Bey
-bey derdi babama- bu kadar şey olma (şey derdi annem sık sık).
Adamcagıza yazık."
Mimar Cemil şiir bina ederdi.
Kışlık kömürü bizim evden giderdi.
Müsteşar Namık Beyi ziyaretlerinde de arz-ı hürmetleriyle
Ve kimin okdugu belli olmayan hikmetleriyle
Dolu kitabını sunar; bir kat giyilmiş elbise alır (yazlık).
Şair ve mimar olmaktan vazgeçtim(yazık).

Sevmedim okulu önce,
'Öğretmenim' tutmadı yerini annemin (bence.)
Beni çingenelere vermek istemeseydi
Babam, bir dev anası gibi
Görünen öğretmenden kaçardım (ne iyi olurdu).
Korkuyu
Bahçedeki huysuz ve parlak kanatlı
Horoz tanıttı bana.
Bir de öğretmenim Rana.
"Kulağını çekerim. konuşma, terbiyesiz,
Yakarım ağzınızı. çişim geldi derseniz.
Kırarım notunuzu haylazlık ederseniz.
Yarına satır satır ezberlensin dersiniz."

Yorganı attım üzerimden o gece,
Çıplak ayakla taşlara bastım o gece. Kırk derece
Ateşim çıksın diye bekliyordum. Sakın
Göndermesin babam beni okula yarın,
Olur mu Allahım. -Allahım diye başlamışken
Dua edeyim hemen:
Babama, bana ve nineme
Ve apartmandaki Baha Beye, karısına ve oğluna
Ve mahalledekilere ve rahmetli dedem Hüsrev kuluna
Ve Ankara'dakilere ve Türkiye'dekilere
Ve dünyadaki bütün iyilere
Rahatlık ver.
Onların içinde (varsa eğer)
Hırsız, fena
Ve kötülük etmek için insana
Fırsat bekleyenlere
VE beni azarlayan kapıcımız Kamber'e
Ve beni bahçede korkutan horoza
Ve ezberimi bilmezsem ceza
Verecek öğretmene
Rahatlık verme.
(Ceza vermezse rahatlık ver.)

Yeter
Bu kadar. Allah kızar sonra çok istersen.
Yalnız unuttum; ne olur rahatlık versen
Galatasaray oyuncularına. Yarın
Maçları var da; yenilmesinler sakın.

"Bu çocuk ne olacak böyle. Müzeyyen? Yaramaz
Olsaydı pısırık olacagına. Hiç kimseyle konuşmaz
Sınıfta. Tek başına koşar durur bahçede. Onu
Eve kapatmak doğru mu?
Çalışkan fakat korkak." Annem üzüldü
Fakat belli etmedi. 'Öğretmenim' çok güldü
Çarpınça ağaca 'Affedersiniz'
Dediğimi anlatırken. Annem sözü kısa kesti: "Dersiniz
Başlayacak. Vaktini aldım Rana.
İnşallah büyüyünce lazım oşur vatana."
Olmadı kimseye lazım. Aranmadı
Aramayınca.
Okul boyunca
Ne futbol takımına alındı, ne sınıf mümessili olabildi.
Nedense bir yönüyle -belki de her yönüyle- saf kalabildi.
Yalnız bir korku kaldı kuşkuyla karışık;
Sonunda kötü bir şey olur korkusuyla yaşadı Selim Işık
Her olayı. Eski bir yara izi içinde sızladı, her eğilişinde
İnsanlara. Dünyaya bir daha gelişinde
Çocuk ve korkusuz yaşamak ister sürekli.
Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.
İkinci gelişinde çırıl çıplak dolaşacak
Kelimenin bütün anlamıyla çırıl çıplak

Hep birlikte (son sınıflar) toplandık arka bahçede.
"Çıktık açık alınla'yı söyledik bir agızdan
Müzik sınavıydı bu (toptan).
Herkes pekiyi aldı, imtihan iyi gitti
Son günüydü okulun, müjde ilkokul bitti.

Yaz sıcagında evde
Canı sıkılmasın ve
(Zararlı ilişkileri olmasın sokakta)
Kış günü
Eski hastalığının izlerini taşıyan göğsünü
Üşütmesin düşüncesiyle
Eve kapandığı zaman -yani okul dışındaki bütün saatlerde-
Divanda otururdu
Durmadan dergi okurdu.
(Siz 'libidonun Ölümü'
Filmini gördünüz mü?)
Binbir Roman, Yavrutürk,
Çocuk Haftası. "Büyük
Adam olacak." Misafirler saygıyla bakar yüzüme,
Sevgili büyüklerim: işte size bir manzume

Sabah erken kalkarım
Ne yüzümü yıkarım
Ne sokağa çıkarım.
Kışın soba yakarım
Yazın camdan bakarım
Hayattan yok çıkarım.

Öğlen olur yemek yerim
Fırçalanmaz hiç dişlerim
Acaba ne yapsam derim
Kovboy filmine giderim
Dönünce kızar pederim.

Akşam olur güneş batar
Babam hep anneme çatar
Cici çocuk erkenden yatar
Hayat sıkıcı ne kadar.



Tutunamayanlar

Oğuz Atay - Birinci Şarkı


Dokuz yüz otuz altı. Tarih düşüldü. Niçin?
Doğumu önemlidir - yani kendisi için.
Buruşuk yüzler, bezler arasında bir canlı
Başpamağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)
Cahildi, ne bilsin libidonun adını
Duymuştu belki belki aşkın kokusunu, tadını
Sonradan uzun olan yumuk parmaklarında.

İlk resminde beyazdı kundağı gibi yüzü.
Bir taşra konağında yaşadı ilk gündüzü.
Büyükanne, Osmanlı sabrıyla ağır ağır
Salıyor beşigini. Dede bunak ve sağır.
Gelin ürkek ve şaşkın, dede doksanı aşkın,
Gözlerinde kalmamış hiçbiri aşkın.
Ne zaman yemeğini yedigini bilmiyor.
gördügü karısı mı gelini mi bilmiyor.

Asırlık ayakları, evde bir hastalıktı
Geceleri dolaşan. Dalgın karnı acıktı;
Kalktı yer yatagından, iki ayaklı hüzün.
Selim'in beşigine uğradı, beyaz tülün
Altında yatan teni okşadı. Titrek elin
Tuttuğu son canlıydı. Snaki, " Mutfağa gelin!"
Diyen bir sese doğru yönelirken, bir ağrı
Saplandı. Ölü buldu onu sabah rüzgarı

İlk rüzgarın teriyle (bilincin eşiginde)
Islanarak uyandı; kıvrandı beşiginde
Kundagıyla büyük ve beyaz bir elma kurdu
Esirlik türküsünü bütün eve duyurdu.
Baba geniş yatakta döndü; yorganı kaptı;
Anne, meme vermenin sancısıyla haraptı.
İlk ve son kocasının, " Çocuga bak Müzeyyen!"
Mırıltısıyla kalktı kadın kokan yerinden.

Corridos adasında Permanlar arasında
Elinde kendi gibi kuru bir barracinda
Tutarak,i on ikinci derece bir denklemi
Kaygısız çözmesiyle, Ferrania Sandolem'i
İndirerek tahtından kadın saltanatına
Son veren Panton Hipyos ya da önce atına
Sonra kadına tapan Hun gibi Numan Işık
(oysa ilk yıllarında anneme nasıl aşık).
Uykulu gögüsleri-kim bilir ne kadar tazeydi.
İİpek geceliginin içinde sert ve diri
(mektuplarında Numan Bey, aşkını esli Türkçe
-evlenmeden elbette- anlatırmış anneme)
Kayarken karanlıkta, dede bir taş yıgını
Gibi, genç lohusanın acıttı ayağını.
Acı bir çığlık kesti Selimin nefesini
Belki o anda duydu korkunun ilk sesini.

Evin arka bahçesi otlar ve tahta perde.
Anılar başladı mı? Paslı bir kilim yerde,
koruyor dış dünyadan. İlk böcekler elinden
Kayıp geçiyor. Nine düşmüyor dilinden
Belirsiz anlamlarla uuytan ninnileri
Hu diyen dervişleri ürkünç ecinnileri.
Dandini ve dasdana, kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı, yemesin lahanayı.

Bir yaşında kızamık, iki yaşında sıtma,
Yakaladı Selim'i. Yavtum terleme koşma!
Terli bir uyanıştan sonra tam üç yaşında
Dişti yatağa baygın. Ağlayarak başında
Kuran okur annesi; bir açılsa gözlerin.
Ne diyorsun Allahım duyulmuyor sözlerin.
Baba mırıldanıyor; Selim Işık, güzel şey!
Ağlıyor gürültüyle; hey rahmetli Numan Bey!

Kasabanın tek doktoru topal Muvakkar.
Muvakkar'ın tek gözü birazcık şehla bakar.
"Topal doktor kalksana, lambaları yaksana,
Selim elden gidiyor, çaresine baksana."
Muvakkar'ın gözüvarmış derler annemde
Babama severek varmış derler annem de.
O zaman kaç senesi; tıp bildiğiniz gibi.
Bütün umut Allahtan; hep bildiginiz gibi.

"Zatürreé. Geceyi atlatırsa ümit var.
Kışın olsa giderdi." (dışarıda ıslak bahar).
Birden gözünü açtı: karanlık pencereler,
Yağmur izleri. Selim, "Atatürk'ü gördüm,"der.
Taşrada yetişirken öğrendigi tek dildi
Türkçe, cahil Selim'in. Bu kadar diyebildi.
Oysa bilseydi (canım) biraz da Fransızca
"Voila Atatürk maman" derdi muhakkak orda.

Az gelişmiş babanın az gelişmiş tek oğlu ,
Şimdi hatırladımda gözlerim doldu.
Donuk aydınlıgında idare lambasının,
Üzerine eğilen gölgenin (babasının)
Varlığından habersiz, soluk bir ateş gibi
Küçüçük yatağında. Bir aydınlık belirdi:
"İşte güneş doğuyor. Kurtuldu, yaşayacak!"
Yamalı bir yıldızdı ilerde ışıyacak.

İzin ver Selim biraz, Hegel, Fichte diyelim,
Felsefeyle ilişkin bir de ekmek yiyelim
Böyle buyurdu Kargı, thus spake King Solomon
Yerindedir bu yargı, evet haklı Platon,
Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız.
Demekle özetliyor: bu dünyada yalnızız.
Özür dilerim senden bu sutunda açıkça,
Çoçukluk günlerimde kapılmıştım çocukça.

Kelimenin anlamı: sevmek demek Yunanca.
Filo. Sofyayı sevmek oluyor Filosofya.
Hatırlarsın pasajda Lefter'in meyhanesi,
Servis yapar, şarkı söyler; biraz kısıktı sesi,
"O Sofya mu, Sofya mu. Sensiz içmek olur mu?"
Kır saçlı laternacı biraz mahsun dururdu,
'İn nino veritas'. Ders sofistlerden Duzikos,
Tarih felsefesinde, 'Armoniko Muzikos...'

"Gene sapıttın Selim. Seni kim durduracak?"
Söylemiştim Süleyman: ben başlamazsam ancak
Durdurulabilirim. Ayrıca fakir dilim
Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.
Hecenin çarmıhına çivilenmiş ellerim.
Kafiye tanrısına kurban oldum. Efendim?
"bir şarkının sonuna kadar sabredemedin."
Bundan kaybediyorum, böyle olduğum için.

Ne olur tutma artık beni hece vezniyle
Allahın, senin ve tüm sevenlerin izniyle
Çözülsün zincirlerim, tutulan kol çalışsın.
Bir espri uğruna harcatmayın, alışsın
Selim Işık insana. Söylesin şarkısını
Kesintisiz, acemi. Ey ölü ruh! kıyam et!
Beğendin mi Süleyman?"Beğenmedim devam et."





Tutunamayanlar

Pazar, Şubat 24, 2013

Yaban - Türk aydını


Bunun nedeni Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.

Anadolu Halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin! Bir kafası vardı aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşleyemedin. Onu, hayvani duyguların, cehâletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabiî ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir. 

Pazartesi, Şubat 18, 2013

César Mendoza - Ben Tanrı olsam

Tanrıyla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin
Cehenneme gideceği konusunda.
Kainatın yaratılışına
Katılmaktan bıktığımda ruhum,
İntihar edeceğim ben de
Denenmemiş bir yolla.

Nerdeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edip siktir çekmiş yeryüzüne.

Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrıya küsen bir çocuğum.
Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietzsche’ yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim ben de,
Tanrı dürüstlüğü sever.

Tanrının hayal gücünü beğenmiyorum.

Ben Tanrı olsam
Peygamberler göndermez
Direkt konuşurdum insanlarla.

Ben Tanrı olsam
Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım,
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu.
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı

Ben Tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece,
Atlar çılgın zamanlar koşardı.

Ben Tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım,
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece.

Ben Tanrı olsam intihar ederdim
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için.

Pazar, Şubat 10, 2013

Mevlânâ - Peki sır nedir?


















Ölümümüz sonsuzlukla evliliğimizdir
Peki sır nedir? “Tanrı tektir.”
Güneş ışığı kırılır evin pencerelerinden girerken.
Tıpkı üzüm salkımlarındaki çeşitlilik gibi,
Ama üzüm suyu gibi değil.
Çünkü Tanrı’nın Işığında yaşayanlar için,
Nefsin ölümü bir lütuftur.
O ölümü tadan nefs için ne iyi söyleyin ne de kötü,
Çünkü o artık iyiliğin ve kötülüğün ötesine geçmiştir.
Gözlerinizi Tanrı’ya çevirin ve onun gaybı hakkında konuşmayın.
Ve böylece o size çok farklı görünecek.
Tanrı’nın ışığı ebedidir.
Ebedi olmayan ışıksa fani bedenlerin vasfıdır.
Hakikati lütfeden Tanrı’dır.
Ve hakikatin kuşu, sana doğru uçmakta.
Arzunun kanatlarıyla.

Turgut Uyar (Papirüs, Eylül 1966)



 







Ben hep sıkıntılıyım. Yani bir adamın canı sıkılır, o ben’im. Çünkü bana en yaraşan durumdur sıkıntılı olmak. Ben silahsız bir askerim de ondan. Törenler askeriyim ben. Cumartesi ve Pazar askeri. Aslında karışık bir şey, kime ne söylenebilir? Bir sıkıntıyı ısrarla büyüterek, asıl büyük sıkıntıya ısrarla giden tümün attığı çekirdek. Pis bir köleliğe ve sonsuz çılgınlığa varacak bir oluşumu sıkıntıyla bekleyen bölünmez Varlık’ın ben’i.
Ondan severim sıkıntıyı. Sevincin o amansız, o aşağılayıcı bönlüğünden korur beni.
Ne söylenmişse ve ne söylenmemişse, ne yapılmışsa ve ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri. Belki, söylenmemişin, yapılmamışın ve düzeltilmemişin telaşı içinde biraz. O kadar. Ve sıkıntılı. Ve sıkıntılı.
İşte böyle başlıyordu her yerde mutsuzluk. Ve mutsuzluk büyük bir umut gibi çekiyor kendine beni. Değişiyorum ve çoğalıyorum gibi. Tek büyük doğrunun yarım dilimi o. Kim bilebilir işe yaramamanın değişmesini ha? Ha!… Cumartesi ve Pazar günlerinde. Yorgun, izinli ve silahsız bir asker.
Sonra kim döneniyor ortalarda benden başka. Şiir yazdığım söyleniyor ortalarda. Değil.
Ben, kutsal bir bahaneyim, belki de bir sığınağım kendime.

Çarşamba, Şubat 06, 2013

Ümit Yaşar Oğuzcan - Alışkanlık





 









Gitgide alışıyorum sana....
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar; 

sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan...
Alışkanlıklar daima korkutur beni...
Düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim...
Kendimi kendime alıştıramadım yıllardır...
Fakat şimdi sana alışıyorum...
Alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor.
Yalnız içimde garip bir korku var.
Sana alışmaktan değil seni kendime alıştırmaktan korkuyorum...
Bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini
daha değerlisini verememekten korkuyorum...
Bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla
yapayalnız bırakmaktan korkuyorum...

Oysaki her zaman ve günün her saatinde

yanında olmalıyım senin... Bana alışmış olmaktan
pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı...
Bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni...
Uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz.
Her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim...
"Bana alış" demeyeceğim... Nasıl olsa alışacaksın bir gün...
Şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin,
o zaman en güzeli görecek bende! Alışkanlığınla,
sevginle yepyeni bir "ben" yaratacaksın benden!

İlk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan. Sevgimle
mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum...
Ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi.
Kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım.
Bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum.
Oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu
kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum.

Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim
senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor...
Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım.
Sevginle bir aynayım şimdi. Bana bakanlar baştanbaşa
seni görecekler içimde...
Bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun?
Aynı kadehte karışmış iki içkiyiz.
İki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan.
Her yerde iki olduğumuz için
bir bütün haline geliyoruz durmadan...

Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni...
Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden...
Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor...
Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri...
Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum...
Boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık...

Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz....
Gitgide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum...
Beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun.
Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz , bir gün bulutların üstünde...
Uzun süren bir baygınlık sonrasının
o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim...
Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman
seninle vardığım yüksekliğe erişemez...

Açılmış bütün kuyuların derinliği
içimde seni bulduğum yer kadar derin değil...
Alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi.
Emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz.
Korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde.
Özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu.
Alev almayan bir yerimiz kalmadı.
Alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor.
Hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık.
Nehirle, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum.
Bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek.
Önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız...
Bu oluş tamamlandığı anda yeryüzünde
bizden güçlüsü olmayacak!
En mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle...
Bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır.
Geçmişteki tüm alışkanlıkların bana alışmanı önleyemez artık...


Salı, Şubat 05, 2013

Ömer Seyfettin - Alıntı


Dağın, taşın, nehrin, gönlün, ormanın özel adları olur muydu? Onun fikrince köylerin, kasabaların, kentlerin adlarına da gerek yoktu. Hepsi ''Dünya'' demekti... Balık, denizde nasıl hiç bir yasaya uymadan rahat rahat yüzerse, o da, dünyasında serbest serbest gezerdi.
                                    ***
İnsanlar tarafından, binlerce yıldan beri o denli ibadet, o denli istekle rahatsız edilen Allah'ın, kuşkusuz artık ''İstenildiği gibi'' değil, ''İstediği gibi'' vermek en haklı hikmetiydi.

Cumartesi, Şubat 02, 2013

Oz (TV Series 1997–2003) - A Game Of Checkers





 -10 yaşım bitmek üzereydi, doğum günümden birkaç gün öncesiydi ve bu yüzden çok heyecanlıydım fakat
hapiste ayaklanma vardı.Ve dört gün sürdü.Ama sonra Vali 2500 kişilik bir birlik gönderdi, eyalet askerleri, içeriye girip hapishaneyi almak için.
Başardılar, hareket eden her şeyi vurarak.Gözyaşı bombasının dumanları dağıldığında 31 mahkûm ve dokuz rehine ölmüştü.

-Attica.

-Üç arkadaşımın babası vurulmuştu.Doğum günü partisi yerine, ailemle beraber anma törenine gittim.
Tüm bunların sebebi bu mu?

-Emerald City senin doğum günü hediyen mi?

-Bak..."Em City"i kurdum çünkü daha iyi bir dünya istiyordum sizin için...Hepiniz için.Şu anda kayıtsızlığın
kıyısındayız.Felaketin eşiğindeyiz.Şimdi el ele tutuşup aşağıya atlamadan önce bir şans daha istiyorum.

-Bunu ben veremem.

-Evet öyle!

-Hayır değil! Çünkü en iyi hapishane bile yeterince iyi değil! Bir kez daha deneyeceğim McManus.Sana Oz'dakilerin masum olduklarını söylemiyorum.
Burada bulunma sebeplerinin işledikleri suçlar olmadığını söylüyorum, derilerinin rengi yüzünden buradalar! Eğitimsizlikten, fakir olduklarından dolayı buradalar! Bu ayaklanma sigaranın serbest kalması, eş ziyareti yüzünden değil.Hapishane hayatı yüzünden de değil.
Toplumun sorumluluk alması için.
Bütün berbat adalet sistemi yüzünden!
Daha fazla hapishaneye ihtiyacımız yok, daha büyüğüne, daha iyisine.
Daha iyi bir adalete ihtiyacımız var.
Şimdi bunun için ne yapabilirsin?

-Eğer bunu çözemezsek, sen ve ben, çok yakında insanlar ölecekler.Sen de ölebilirsin.

-Hayatımı feda etmeye hazırım...
Değişim için.Attica'da olmuş olan ölümler değişime sebep oldu, gerçek reformlar getirdi.Ama küçük kasabanızdaki herkes bunları unuttu.
Bu ülkeyi yeniden uyandırmanın zamanı geldi.

-Said, konuşmamız lazım.Sen burayı kurtarmak istiyorsun, değil mi?

-Ve ben yok etmek istiyorum,

-Tüm riya tuğlaları yıkılana kadar.

George Carlin - Alıntılar

Bir şeyi bilmenizi istiyorum. Bu ciddi. Tanrıya inanma konusuna gelince dostlar... Gerçekten denedim. Gerçekten denedim ama size gerçeği söylemeliyim. Fakat ne kadar uzun yaşar ne kadar çok şey görürseniz birşeylerin yanlış olduğunu o kadar fark ediyorsunuz.Savaş, salgın hastalık, ölüm, yıkım, açlık, fakirlik, işkence, suç, çürümüşlük, kokmuşluk vs. Bu tabloda kesinlikle yanlış olan birşeyler var. Bu iş pek başarılı bir iş değil. Eğer bu Tanrının yapabildiğinin en iyisiyse pek etkilenmediğimi söylemeliyim. Herşeye kadir bir varlığın elinden bu tür sonuçlar çıkmamalı. Bu sonuçlar daha çok işinden bezmiş aksi bir devlet memurunun yapacağı türden bir işe benziyor. Ve aramızda kalsın adilce yönetilen bir evrende bu herif (Tanrı) çoktan işten atılmıştı.  
                                        
                                                                 ***          
          
Politikacıları unutun onlar önemsiz. Politikacılar size seçim hakkı tanındığı fikrini sürdürmek için varlar. Hakkınız yok. Seçim hakkınız yok. Sahipleriniz var. Size sahipler. Her şeye sahipler.
Bütün önemli topraklara sahipler. Kolektif şirketleri denetliyorlar ve sahipleriler. Uzun zamandır senato, meclis, hükümet binaları, belediyelerinin sahipleriler. Hakimler arka ceplerinde.
Bütün büyük medya ve haber şirketlerinin de sahipleriler. Duyduğunuz bütün haber ve bilgileri denetliyorlar. Her sene milyarlarca doları lobileşmek için kullanıyorlar.
İstediklerini elde etmek için lobileşiyorlar. Ne istediklerini biliyoruz. Başkalarına daha az ve kendilerine daha çok istiyorlar.
Ne istemediklerini size söyleyeyim.
Eleştirel, düşünen ve sorgulayan vatandaşlar istemiyorlar. İyi derece bilgilenmiş ve eğitim görmüş insanlar istemiyorlar. Bu ilgilerini çekmiyor !

                                                                   ***


Bu ülkede duyduğumuz tek şey sahip olduğumuz farklar. Bütün medyanın ve tüm politikacıların sürekli bahsettikleri şey bu. Bizi birbirimizden ayıran, birbirimizden farklı kılan şeylerden bahsediyorlar. Egemen sınıf işlerini her toplumda bu şekilde yürütür. Kendi sınıflarından olmayan insanları bölerler. Orta ve alt gelir grubunun sürekli birbirleriyle kavga etmesini sağlarlar ki onlar, yani zengin sınıf, ülkedeki tüm parayı yönetebilsin. Çok basit bir mantığı olmakla birlikte, çok etkili bir yöntem. Görüyorsunuz, farklı olan ne varsa, ondan bahsediyorlar: ırk, din, etnik ve milli köken, meslekler, gelir, eğitim, sosyal statü, cinsel tercihler, bizim üzerinde ihtilafa düşüp kavgaya tutuşacağımız her ne varsa ondan konuşuyorlar ki onlar o arada bankaya gitmeyi sürdürebilsin...

Ben bu ülkedeki ekonomik ve sosyal sınıfları nasıl tanımlıyorum biliyor musunuz? Üst sınıf tüm parayı kendine saklar, hiç vergi ödemez. Orta sınıf tüm vergiyi öder, tüm işi yapar. Fakirlerse sadece orta sınıfı korkutmak için vardır. Orta sınıfın işe devamını sağlamak için...

                                                                     ***


Farketmiş olabileceğiniz üzere haklarında şikayet etmediğim kimseler var: Politikacılar.
Herkes politikacılardan şikayet ediyor. Herkes rezil olduklarını söyler. İyi de bu politikacıların neredengeldiklerini sanıyorlar? Gökten düşmezler. Başka bir boyuttan gelmezler. Amerikan ebeveynlerinden, ailelerinden, evlerinden, okullarından, kiliselerinden, işyerlerinden ve üniversitelerinden geliyorlar ve Amerikan vatandaşları tarafından seçiliyorlar. Yapabileceğimizin en iyisi bu millet. Ortaya koyabildiğimiz bu kadar. Sistemimizin ürettiği budur: Çöp giriyor, çöp çıkıyor. Eğer vatandaşlarınız bencil ve cahilse liderleriniz de bencil ve cahil olur.Koşullar hiçbir şekilde iyileşmiyor; sadece her seferinde yeni bencil ve cahil Amerikan nesilleriniz oluyor. Bu yüzden belki de rezil olanlar politikacılar değildir. Belki de başka reziller var elde. Halk gibi. Evet, halk rezil. Alın size güzel bir seçim sloganı: "Halk rezildir, umutlarınızı s.ktir edin!"
Umutlarınızı s.ktir edin. Çünkü bu gerçekten sadece politikacıların hatasıysa nerede bu bütün alnı açık, zeki, bilinçli insanlar? Nerede bu akıllı, dürüst, zeki Amerikalılar? Taşın altına elini sokacak, ülkeyi kurtaracak ve yolu gösterecek? Bizim ülkemizde böyle insanlar yok! Herkes alışveriş merkezinde. Kıçını kaşıyor, burnunu karıştırıyor, bel çantasından kredi kartını çıkartıyor ve gidip ışıklı spor ayakkabısı alıyor.
Uzun lafın kısası, bu politik ikilemi çok basit bir yolla çözdüm: Seçim günü, evde otururum. Oy vermem. S.ktir et onları, s.ktir et! Ben oy vermem. İki nedenden dolayı oy vermem: Birincisi, anlamsızdır. Bu ülke uzun zaman önce alınmış, satılmış ve ücretleri ödenmiştir. Her dört senede bir temcit pilavı gibi önünüze koyarlar. Hiçbir s.kim ifade etmez. İkincisi ise, ben oy vermem çünkü inanıyorum ki; oy verirseniz şikayet hakkınız olmaz.
İnsanlar bunu çarpıtmayı severler, biliyorum. "Ama işte oy vermezsen şikayet etme hakkın olmaz." derler. İyi de bunun neresi mantıklı? Oy verirseniz şerefsiz ve kabiliyetsiz insanlar meclise gire her şeyi bok eder ve bunun sorumlusu siz olursunuz. Sorunu siz çıkardınız, onları siz seçtiniz, şikayet etmeye hakkı olmayan da sizsiniz. Diğer taraftan ben, oy vermemiş olan ben, hatta aslında seçim günü evinden bile ayrılmamış olan ben, hiçbir şekilde bu insanların yaptıklarından sorumlu değilim ve benimle hiçbir alakası olmayan sizin yarattığınız bela hakkında canımın istediği kadar şikayet edebilirim.
Biliyorum ki bir kaç ay sonra o çok sevdiğiniz gösterişli başkanlık seçimlerinden birine daha gideceksiniz, gülüp eğleneceksiniz. Eminim ki, seçimler biter bitmez ülkeniz anında gelişecektir. Bana gelince, o gün evde kalıp esasında sizin yaptıklarınızı yapacağım. Aradaki tek fark, ben mastürbasyon yapmayı bitirdiğimde elimde gösterebilceğim bir şeyler olacak.